Ergenekon Nedir?
Son zamanlarda adını neredeyse her gün duyduğumuz “ergenekon” adının; bu adın özünde karşıladığı kavramın ve Ergenekon’un Türkler için öneminin vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Bir yıl öncesine kadar, toplumumuzdaki çoğu kişi ergenekon adını ya hiç duymamıştı ya da öğrencilik yıllarında okuduğu destanı çoktan unutmuştu. Fakat bir yıl kadar önce açılan bir davaya, çok yanlış bir biçimde “ergenekon” adının verilmesiyle, artık haberlerde her gün bir “terör örgütü” olarak ergenekon adını duyar olduk. Bu ada yabancılaşmış veya daha önce bu adı hiç duymamış olan kişiler de, ergenekon adını bir terör örgütü olarak zihinlerine yerleştirdiler.
Okulda bir “kahramanlık destanı” olarak sunulan “Ergenekon Destanı“nı okuyan ve öğrenen gençler ise, eve gelip haberleri izlediklerinde bunun bir “terör örgütü” biçiminde tanımlanışıyla bir kavram kargaşası yaşamaya başladılar. Bu nedenle insanlar artık ergenekon adını mümkün olduğunca kullanmamaya ve o konuda sorulan sorulara “Benim hiçbir bilgim yok.” diyip geçmeye başladılar. Hatta Giresun’un Tirebolu ilçesine bağlı olan Ergenekon Köyü’nde yaşayanlar, “ergenekon” adından rahatsız olduklarını ve köylerinin adının değiştirilmesini istediklerini bildirerek mahkemeye başvurdular. İnsanlar böylece, bu addan utanır ve tiksinir hâle geldiler.
Şimdi “Ergenekon” adının özünde ne anlama geldiğini açıklamaya çalışayım. Ergenekon, çok eski dönemlere ait yazılı belgelerde de geçen1, Türklerin demir dağı eritmeleriyle güçlüklerden kurtulmalarını içeren ve tüm Türk topluluklarında bugüne kadar anlatılagelen bir kahramanlık destanıdır. Ergenekon bir “efsane” değildir; çünkü bu anlatı, gerçek yaşam ürünüdür. Bunun için bu anlatıyı biz, Türk tarihinde önemli yeri olan bir “destan” olarak kabul ediyoruz. Ergenekon’daki kahramanlık, Türk ulusu için bağımsızlığın, özgürlüğün, gücün ve başarının simgesi olmuştur. Bu nedenle Ulu Önder‘in de sözünde belirttiği üzere, tarihini bilerek yaşayan Türkler için ergenekon adı yeniden dirilişin simgesi durumundadır.
Ergenekon Destanı‘nda kısaca şu anlatılmaktadır. Yaklaşık 2000 yıl önce Türkler ve Moğollar arasında savaşlar olmaktadır. Bu savaşlardan birinde, Türkler 10 gün boyunca Moğollar’a karşı yenilmişler ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Moğollar, geri çekilen Türkler‘in ardından gitmişler; fakat ordalarından2 ayrıldıkları için yenilmişlerdir. Moğollar çok büyük kayıp vermişler ve yok olacak duruma gelmişlerdir. Bu geri çekiliş sırasında İl Han’ın oğullarının çoğu savaşta ölmüştü; yalnız en küçük oğlu Kızan yaşıyordu. Kızan ve onunla aynı boydan olan Nüküz, tutsak olmuşlar; fakat kaçmayı başarmışlardı. Kaçarak, ordularının ilk kurulduğu yere gelmişler; fakat kimseyi bulamamışlardı. Bunun üzerine orada durmanın tehlikeli olacağını düşünüp yaşayacak uygun bir yer aramaya başlamışlardı. Uzunca yol gittikten sonra, dünya uçmağına3 benzer bir yere kavuştular. İçinden ırmaklar akan, otlaklarla kaplı, yemişli ağaçları ve türlü türlü avları olan geniş bir alanı karşılarında buldular. Bu yere, ancak bir keçinin geçebileceği kadar ince bir yoldan gidilebilirdi. Buradan düşerlerse, ölebilirlerdi. Kızan ve Nüküz buraya yerleştiler ve zaman içinde çoğaldılar. Gün geldi, binlerce kişi oluverdiler. Artık o yere sığamayacaklarını ve kimseden korkmamaları gerektiğini düşündüler ve bir çıkış yolu aradılar. Yol bulamayınca bir demirci, bir dağın ince bir kısmını eritebileceklerini önerdi. Bunun üzerine odun ve kömür toplayıp 70 yerden körükleyerek demir dağın bir devenin geçebileceği kadarlık kısmını, Tanrı‘nın da verdiği güçle erittiler ve yeniden özgürlüklerine kavuştular.
Atalarımız, destanda anlatılan yere geldiklerinde buranın sarp kayalıklardan oluştuğunu görünce, “dağ kemeri / yamacı” anlamına gelen “ergene” adı üzerine “yer” anlamına gelen “kon” adını ekleyerek buranın adını “ergenekon” koymuşlardı.4 Bazı düşünürlere göre, Ergenekon Destanı, Türklere değil; Moğollara aittir. “Ergenekon” adının dil bilimsel anlamda çözümlenmesi bile, destanın Türklere ait olabileceği yönünde sağlam bir kanıt olabilir. Zaten Çin kaynaklarında da bu destanın Türklere ait olduğu bellidir. Ortada bunca kanıt varken, “Böyle bir şey yaşanmamıştır.” demek, bilimselliğe aykırı olur. Ayrıca Moğollar, Türkler’in amca çocukları gibidir. Çok eski zamanlarda çok yakın ilişkiler yaşadığımız Moğollar‘ın, Türk olabilecekleri de düşünülmektedir. Hatta Cengiz Han’ın, bir Moğol hakanı olmasına rağmen atalarının Türk olduğu ve Cengiz Han‘ın babasının, Cengiz’i (Timuçin’i) Türk - Moğol savaşları sırasında bir Türk evinden evlatlık aldığı bilinmektedir.
Üzerinde durulması gereken konulardan biri de, On İki Hayvanlı Türk Takvimi‘nde yılın ilk gününün 21 Mart olmasıdır. 21 Mart, bugün “nevruz (yeni gün)” adıyla kutlanan ve en eski Türk bayramı olduğu bilinen kutlu günü temsil etmektedir. Nevruz‘un kutlandığı gün, Ergenekon Destanı’nda anlatılanlarla aynı döneme denk gelmekte ve Türklerin kurtuluşa erdikleri günün “yeniden diriliş” olarak kabul edilmesi yönüyle, “yeni gün / ilk gün” anlamında bir bayram olarak kutlanmaktadır. Bu nedenle, Nevruz‘u “Ergenekon Bayramı” olarak adlandıranlar / kabul edenler de vardır.
Sonuç olarak, Türklük değerleriyle iç içe geçmiş olan Ergenekon‘un yaşanmamış olduğunu söylemek, tarihin ışık tuttuğu gerçekliklere yüz çevirmek anlamına gelmektedir. Yukarıda sıralanan bilgiler düşünüldüğünde, Ergenekon‘un Türk tarihi ve ulusu açısından çok büyük önem taşıdığını görebililiriz. Umuyorum ki bu önemli kavram, kendini bilmez birkaç kişinin temelsiz ve hayali düşünceleriyle değerini yitirmeyecek ve 2000 yıl boyunca nasıl korunarak bugünlere taşındıysa, aynı güçle binlerce yıl daha öteye taşınacaktır.
|